Değerler ve onların bir parçası olan adabımuaşeret kuralları okulda öğrenilmez, çocuklar bunları ailede, anne babalarını model alarak öğrenirler.
ÇEDES kapsamında öğretmenlik sertifikası olmayan din adamları, ağabeyler, ablalar, okullarda sınıflara girmeye başladılar. (ÇEDES’in taşıdığı çelişkileri ve yaratacağı olumsuzlukları daha önceki haftalarda belirtmiştim.) ÇEDES kapsamında sınıflara girenler çocuklarımıza toplumsal değerleri ve adabımuaşereti öğreteceklermiş. Bu yazıda sadece adabımuaşeret eğitimini eleştireceğim.
ADABIMUAŞERET ZARARLARI
Adabımuaşeret konusunda 150 yıl kadar önce Hagop Baronyan tarafından yazılmış bir öykü kitabı var, “Adabımuaşeretin Zararları” adını taşıyor. Aziz Nesin öncesinin bu muhteşem mizah kitabını okurken çok güldüm. Eşim Prof. Dr. Zehra Dökmen, fazla gülmenin kendisine giderek acı verdiğini söyleyip kitabı yarım bıraktı.
Kitaba yüzeysel bakanlar Baronyan’ın o günkü Ermeni toplumunu eleştirdiğini söylüyorlar, oysa yazar hikâyelerinde sadece Ermeni toplumunu değil Osmanlı’daki tüm adabımuaşeret meraklılarını mizahi bir dille eleştirmektedir. Baronyan’ın kahramanları, aşırı kibarlık sergilemeye çalıştıklarında hem kendilerini hem de karşılarındaki kişiyi komik ve zor durumda bırakırlar. Müfredata adabımuaşeret konusunu koyanların artık klasik sayılan bu eseri okumaları iyi olur.
ADABIMUAŞERETİN GÖRECELİLİĞİ
Adabımuaşeret kuralları zaman içinde değişir, üstelik aynı zaman diliminde bir toplumun farklı kesimleri farklı kuralları benimser. Örneğin gençliğimde yaygın bir kural vardı. Bir yaşlı bir gence, “Nasılsın evladım” diye sorduğunda gencin, “Teşekkür ederim efendim, iyiyim” demesi yeterliydi. Eğer genç kalkıp da “Ben iyiyim, siz nasılsınız” diye sorarsa bu durum büyük bir görgüsüzlük olarak yorumlanırdı. Kadınlar toplantısında büyüklere nasıl olduklarını soran genç hanımları, terbiyesiz oldukları gerekçesiyle bir sonraki toplantıya çağırmazlardı. Ancak bu konuda annemin görüşü farklıydı. İstanbul’da yetişmiş bir Cumhuriyet aydını olan annem, hem avukat, hem de otoriter bir öğretmendi. Yolda öğrencilerine nasıl olduklarını sorduğunda bazıları, “Sağ olun hocam iyiyim, siz nasılsınız?” derlerdi. Annem bu öğrencilerin medeni cesaretlerinin yüksek olduğunu, dışa dönük davrandıklarını söylemişti bana. Buyurun bakalım, basit bir konuda bile iki farklı değer yargısı ortaya çıkıyor. Bir genç hatırını soran büyüğünün hatırını sormalı mı, sormamalı mı? Buna kim karar verecek?
Her yönden göreceli olan görgü kurallarının okullarda öğretilmesi anlamsızdır, imkânsızdır. Değerler ve onların bir parçası olan muaşeret kuralları okulda öğrenilmez, çocuklar bunları ailede, anne babalarını model alarak öğrenirler. Bu görüşü televizyonda Prof. Dr. Arif Verimli de ifade etmiştir.
NASRETTİN HOCA’NIN ELEŞTİRİSİ
Bir Nasrettin Hoca fıkrasında başkalarının davranışlarını bilip bilmeden eleştiren ahlak kumkuması ukalalar hicvedilir. Şöyle: Hoca eşeğe binmiştir, oğlu yanında yürümektedir, bunu gören birinci yolcu hocayı eleştirir. Hoca utanıp iner oğlunu bindirir, karşıdan gelen ikinci yolcu ise çocuğu saygısızlıkla suçlar. Oğlan da utanır, baba oğul birlikte binerler, üçüncü yolcu eşeğe insafsızlık ettiklerini söyler. İkisi de inip eşeğin yanında yürümeye başlarlar, dördüncü yolcu, “Hay aptallar, eşek boş yürüyor, binmeyi akıl edemiyorlar” diye söylenir. Bunun üzerine hoca, “Evladım ne yapsak eleştirdiler, biz bildiğimiz gibi yapalım” der. Kıssadan hisse, yoldan geçenler sürecin sadece bir kısmını görüp eleştirmişlerdir, onlara itibar etmemek gerekir. Muaşeret kurallarının örgün eğitim içinde öğretilebileceği görüşüne de itibar etmemek gerekir.