Türk edebiyatının ünlü yazarı Fransa’ya gitmek için hem babasını değiştirmek zorunda kalmış hem de işsiz kalmıştı.
Türk edebiyatının önemli isimlerinden Sait Faik 1930’da ilk kez yurtdışına çıkar. Amcasıyla İtalya’yı gezer. Bir yıl sonra da Lozan’a ekonomi tahsili için gider. Sait Faik aynı yıl Fransa’ya geçer ve Grenoble Üniversitesi’nin edebiyat bölümüne kaydolur. 1934’te eğitimini yarıda bırakarak İstanbul’a döner. 1937’de yeniden Fransa’ya gitse de İstanbul burnunda tüter. 18 gün sonra soluğu İstanbul’da alır.
Yıllar sonra yeniden yurtdışına gidebilmek için pasaport çıkarmak ister. Emniyet müdürlüğündeki memur, pasaport işlemlerini yaparken ne işle uğraştığını sorar. Sait “Birkaç hikâye kitabım var!” diyerek yazar olduğunu söyler. Ancak memur, Sait Faik’in yazar olduğunu belgelemesini ister. Sait Faik, “Sait Faik” olduğunu ispatlamak için geçmişte çalıştığı gazeteye gider. Durumu anlatır. “Pasaport alacağım! Yazar olduğumu ispatlayacak yazılı bir kâğıt verin bana!” dese de “Biz kâğıt veremeyiz, isterlerse pasaport dairesinden telefon edip sorsunlar, şifahen söyleriz” yanıtını alır.
Sait Faik o günleri şöyle anlatır: “Bastım gittim Gülhane Parkı’na. Orada aklıma geldi. Bir zamanlar bir kurulda üye idim. Aidatımı geciktirdiğim için bir mektupla müracaat etmişler. Aylık borçlarımı ödediğim takdirde yeniden üyeleri arasında bulunmamla şeref duyacaklarını yazmışlardı. Ben de utanmış, 25 lirayı valideden alıp borçlarımı vermiştim. Herhalde yine o kurulun üyesi sayılırdım”.
Üyesi olduğu derneğe gider. Bu sefer de dernek, aidatları ödediğini ispatlayan makbuzları göstermesini ister. Sait öfkeyle eve döner, makbuzları bulur. Hızla derneğin kapısına dayanır, makbuzu uzatır. “İşte makbuz! Bana yazar olduğumu gösteren belgeyi verin!” dese de istediği o belgeyi alamaz.
Yazar olduğunu nasıl ispatlayacağını düşünürken arkadaşları “Bedii’ye git! Onun eli kolu uzundur, Emniyet’te tanıdıkları var” derler. Sait, Burgazada’ya giderken hep vapurda gördüğü Bedii Faik’in Heybeliada’daki evine gider. Bedii Bey onu dinler, yardımcı olacağını söyler. Emniyet şube müdürü Muzaffer Erman’ı arayarak işi çözmesini rica eder. Sait’i de ertesi gün Emniyete gönderir. Orada görevli Orhan Hançerlioğlu yaşananları şöyle anlatır:
“O zaman Emniyet 3. şube müdürüydüm. Dışarı çıktım. Sait’le karşılaştım. Pasaport işlemini yaptırırken memurların kendisine işini sorduklarını, muharrir olduğunu söylediği halde bu sözüne inanmayarak bunu ispat edecek bir belge istediklerini anlattı. Çok kızgındı. Kendisini şube müdürü Muzaffer Erman’ın odasına götürdüm. Muzaffer gereken işlemin yapılması için hemen emir verdi. Hatta ‘Sait’e de ‘muharrir’ denmezse kimi denir’ diye şakalaştı!”.
Ertesi gün bir komiser elinde belgelerle Bedii Faik’in çalıştığı gazeteye gider. Komiser, “Efendim müdürümün selamları var. Oğlunuz sanıyorum pasaport istemiş. Şimdi sizden bir kefalet senedi imzalamanızı rica ediyoruz” deyince Bedii Faik şaşkına döner. Komiserin doldurduğu ve imzalaması için uzattığı resmi kâğıda şaşkınlıkla bakar. “Baba: Bedii Faik. Oğlu: Sait Faik. Gideceği ülke: Fransa. Kefil: Baba Bedii Faik” yazmaktadır. Pasaportun çıkabilmesi için Bedii Faik’in bir anda “Sait Faik” adında bir oğlu olmuştur. Bedii Bey komiserin uzattığı kâğıdı imzalar. Oğlu! için kefil olur ama “Ya Sait Türkiye’ye geri dönmezse” diye endişeyle mırıldanır. Sahte bir belgeyi imzalayan Bedii Faik de tedirgin olarak yaşananları şöyle anlatır:
“Komiser gider gitmez Muzaffer Bey’i aradım. O kadar sakin, o kadar kendinden emindi ki ‘Bedii Bey, bir formalite gereği bu. Size hiçbir sorumluluk gelemez. Sait Faik’in Paris’ten İstanbul’a, hele hele Burgaz’a dönmemesi mümkün mü? Pasaportu hazırlatıyorum bir iki saate elinizde olur!’ dedi. Gerçekten de iki saat sonra Sait’in pasaportu elimdeydi. Sait’e haber verip geldiği zaman hayretler içinde bir bana, bir de pasaporta bakıp ‘Vay anasını be! Amma çabuk oldu’ diyordu.”
Sait Faik sonunda Paris’e 29 Ocak 1951’de gider. Beş gün sonra da geri döner. Bedii Faik’in kapısını çalar, Paris’te sıkıldığını, İstanbul’un meyhanelerini, vapurlarını, Burgazada’yı özlediğini söyler. Bedii, oğlunun! odadan çıkmasıyla hemen Muzaffer Erman’ı arar. Muzaffer Bey, “Oğlunuzun döndüğünü biliyoruz, dosyası bende!” diye güler.
PASAPORTUN ALINMA NEDENİ
Pasaport alınma amacının arkasında aslında hüzünlü bir ayrıntı vardır. Sait Faik, Fransa’ya gezmek için değil, tedavi için gitmiştir. 1948’de kendisine siroz teşhisi konmuştur. Doktor Kazım İsmail Gürkan, ona ünlü doktor Louis Justin-Besançon’a tedavi olmasını telkin etmiştir. Bu nedenle Sait Faik pasaport almak istemiş Fransa’ya gitmiştir. Sait’in kaldığı Ocean Otel’inde konaklayan Naim Tirali anılarında Sait’in “Zeki” adındaki bir tıp öğrencisiyle Besançon’a gittiğini ifade eder. Besançon, Sait’i hastaneye yatırıp karaciğerinden biyopsi yapmak istemiş ancak Sait endişeye kapılarak beş gün sonra alelacele İstanbul’a dönmüştür. “Öleceksem İstanbul’da öleyim” demiştir.
Orhan Hançerlioğlu pasaportunda Sait’in mesleği hanesine “muharrir” yazdığını iddia etse de Sait Faik şöyle anlatır: “Ha o resmi kâğıttaki meslek haneme ‘yok’ yazdılar. Türkçesi pek o kadar canımı sıkmadı ama bir de bu kâğıdın Fransızca kısmı vardı. Oraya da bir “sans profession” (işsiz) oturttular ki kan beynime çıkıyor!” Pasaportuna “İşsiz, mesleği yok” diye yazılsa da Sait Faik 1953’te yazarlık alanındaki başarılarından dolayı Mark Twain Cemiyeti şeref üyeliğine seçilir ve ne yazık ki siroz nedeniyle 11 Mayıs 1954’te aramızdan ayrılır.
Kaynakça
Yeditepe Dergisi 16 Mayıs 1950
Perihan Ergun (Der.), Sait Faik Abasıyanık 90 Yaşında, Bilgi Yayınevi, 1996.
Bedii Faik, Matbuat Basın derkeen… Medya, 3. Cilt, Doğan Kitap, 2003.
Milliyet Sanat Dergisi, 11 Mayıs 1973, Sayı 32.